Prof. Dr. Celal Kırca r r

 

HZ. PEYGAMBERIN GETİRDİĞİ İLAHİ MESAJDAKİ KUŞATICILIK 

 

 

 

Prof. Dr. Celal KIRCA

 

 

   Giriş

 

   Hz. Peygamberin getirdiği ilahi mesaj, Allah tarafından vahiy yolu ile Hz. Peygambere indirilmiş ve Hz. Peygamber de onu eksiksiz olarak insanlara tebliğ etmiştir. Tebliğ esnasında Hz. Peygamberin, bu ilahi mesaja hiçbir şekilde müdahalesi olmamıştır. Bu yönü ile Kur’an, inanan her birey için bir inanç objesidir. Ayrıca o bir mesajdır, zira Allahın insan hayatına yönelik sunduğu bilgileri, dini emir ve yasakları, ihtiva etmektedir. Bu yönüyle de o, bir bilgi objesidir. Hz. Peygamberin, bir bilgi objesi olarak bu ilahi mesajı tebyin etme gibi bir görevi de bulunmaktadır. Bu az veya çok hepimizin bildiği bir husustur.  Fakat asıl bilinmesi gereken husus, bu ilahi mesajın niteliğinin  ve  bu niteliğe ait   kuşatıcılığın ne olduğudur?

Kuşatma; çevresini sarmak, çevrelemek, ihata etmek veya kaplamak anlamlarında kullanılan bir sözcüktür.  Bu kavramsal anlamdan hareketle ilahi mesajdaki kuşatıcılık, ne demektir? ve ne anlama gelmektedir? Bu ve benzeri sorulara doğru ve yerinde bir cevap bulabilmek için öncelikle bu ilahi mesaja ait içeriğin ve bu içeriğe bağlı ana temanın ne olduğunun iyi tespit edilmesi gerekir. Bir başka ifade ile Kuran nedir? İçeriğinde hangi konular ve hangi bilgiler yer almaktadır? Bu bilgilerin veriliş amacı ve kuşatıcılığı nedir? İlahi mesajdaki kuşatıcılığın ne olduğunu ve nasıllığını daha iyi anlayabilmek için,  öncelikle bu sorulara doğru ve sağlıklı cevaplar aranması gerekir.

    Kuran’da yer alan bilgilerin sahası ve sınırı Kuran’ın kendisiyle sınırlı olsa da, içeriği çok geniş, çok çeşitli ve çok yönlüdür. Verilen bilgilerin muhatabı insan olduğu için, başta insanın kendisi olmak üzere insanın ilişkide bulunduğu bütün varlıklarla ilgili bilgilerin, amacına uygun gelecek biçimde ve oranda Kuranda yer aldığı görülür. Ancak Kuranın muhatabı olan insanlar, zaman içinde ihtiyaçlarının yönlendirmesiyle bazı konuları öne çıkartarak, bazı konuları arka planda bırakarak Kuranı anlamaya çalışmışlar ve düşünce sistemlerini bu zemine dayandırmışlardır. Mesela: insan- Allah ilişkisine yönelik bilgilerin öne çıkartıldığı itikadi mezhepler; ibadet ve muamelata yönelik bilgilerin öne çıkartıldığı fıkhi mezhepler, ferdi ve sosyal ahlaka yönelik bilgilerin öne çıkartıldığı tasavvufi ekoller bu yaklaşımın canlı örnekleridir. Oysa Kuranda yer alan bilgiler, bu üç alanla veya belli alanlarla sınırlı değildir. Cins anlamında insanla ilişkili ne kadar bilgi alanı ve çeşidi var ise, Kuranda da insan ile ilişkili o kadar bilgi alanı ve çeşidi bulunmaktadır. Fakat bu bilgi alanlarında yer alan bilgiler,  ayrıntılardan genellikle uzak olan bilgilerdir

 İnsanı hedefleyen ve onun bütün ilişkilerini her alanda bütün yönleriyle ele alıp açıklamaya çalışan çeşitli bilim dalları mevcut olsa da; bu bilim dallarından her birinin insanın veya ilişkilerinin sadece bir yönüyle ilgilendiğini, diğer yönleriyle doğal olarak ilgilenmediği de bir gerçektir. Nitekim insan bütünlüğünü hedefleyen ve bu bütünlüğe yönelik bilgi sunan interdisipliner veya multidisipliner bir bilim dalına en azından şimdilik etkin olarak şahit olamıyoruz. İhtisaslaşmanın zorunlu olarak ortaya çıkarttığı bu durum, belli ölçüde bilimsel derinliği sağlamış olsa da, maalesef insanı ve onun hayatını öğrenme amacına yönelik olarak parçalamış bulunmaktadır.

Bu parçalama, öğrenmek ve araştırmak için gerekli ve yöntemsel olarak doğru olsa da, parçayı bütün içinde değerlendirmeye ve bütünlüğü korumaya engel teşkil edebileceği için yanlış bir yöntem olmuştur. Bunun en somut örneğini tıpta görmekteyiz. Tedavi edici tıp ile koruyucu tıp ayırımı olduğu gibi, tedavi edici tıbbın da kendi içinde farklı dallara ayrıldığı hepimizin malumudur. Aynı durum, yukarıda da belirttiğimiz gibi dini bilimler için de söz konusudur.  Nitekim, bütüncül bir Kuran kültürü oluşturulmadan, ihtiyaçlara göre ilahi mesaja gitmenin tabii bir sonucu olarak oluşan ayet merkezli anlama ve yorumlama, Kuran merkezli bakış açısını (panoramik bakış/geniş açılı bakış) devre dışı bırakmıştır. Bunun tabii bir sonucu olarak da bütünlükten yoksun resmin tamamını görmeden parçayı bütün yerine koyma ve indirgeme anlayışına bağlı bir yaşam biçimi gelişmiştir. Nitekim bu yaşam biçiminde, genellikle duyguların egemen olduğu, aklın ve bilginin geri planda kaldığı bilinen ve yaşanılan bir gerçekliliktir. Bilimsel araştırma ve sınıflandırma için bu ayrımın yapılması elbette ki yöntemsel olarak doğrudur. Ancak yöntemsel amaçlı da olsa bu parçalanma; insanı ve onun hayatını hedefleyen ilahi mesaja ait bütünlüğü de parçalamış, dolayısıyla ilahi mesajdaki kuşatıcılığın iyi, doğru ve bütüncül anlaşılamamasına sebep olmuştur. Çünkü Hz. Peygamberin getirdiği mesajda bilimler ayrımı ve bilgi sınıflandırması olmadığı gibi, uygulamalarında da bilimler ayrımı yoktu. Ayırım, belli ihtiyaçlar sonucunda yıllar sonra  ortaya çıkmış  bir olgudur.

 Son İlahi Mesajdaki Kuşatıcılık

Son İlahi mesajdaki kuşatıcılığın;

1. Muhatap olarak insanı ve onun hayatını hedeflemesinde,

2. İnsana ve hayata yönelik mesajların, hayatın bütün yönlerini  ve insan bütünlüğünü kapsayacak çeşitlilikte ve nicelikte olmasında,

3 . Bu  mesajların, çok yönlü ve çok amaçlı olması ve çok mükemmel bir servisle yapılmış olmasında,

4. İlahi mesajların, hem indiği asrın  hem de daha sonraki asırların ihtiyaçlarına cevap verecek kavramlarla  ifade edilmesinde,

5 hayatın içinden yine hayata yönelik seçilmiş olayların ve olguların amaca uygun  biçimde ve bir bütünlük içinde verilmesinde,

 6. Bu bütünlüğün insan fıtratı ile uygun ve dengeli olmasında, tezahür  ettiği görülmektedir.

Kurana göre ilahi mesaj, insan içindir. “Hüden linnas” ifadesi bunu açıklamaktadır.  Şayet insan, Kuran için var olsaydı, aidiyetin insana değil, Kurana yapılması gerekirdi. Kuranın hedefi insan olduğu için, insan hayatının bütünlüğüne yönelik bilgiler ve kurallar,  hayatın her alanında insana yol gösterici çeşitliliğe ve özelliğe sahip bulunmaktadır. Zira son şeklini almış bulunan münzel bir kitabın, insan bütünlüğünü ve bütün insanları kuşatabilmesi ve onlara sağlıklı bir biçimde ulaşabilmesi için, çok özel bir bilgi organizasyonuna ve evrensel bir bakış açısına sahip olması gerekmektedir. O’nun bir defada değil de 23 yılda parça parça indirilmesinin araka planında bu amaç yatmaktadır. Çünkü Kurani muhtevada yer alan bilgilerin önemli bir bölümü her hangi bir sebebe bağlı olmaksızın indirilmiş iken, diğer bölümü belli şartlara ve sebeplere bağlı olarak indirilmiştir. Yani ilahi mesajın geliş biçiminde tedricilik olduğu gibi, ilahi mesajın kendisinde de tedricilik olmuştur. Bunun anlamı, ilahi mesajın olmuş bitmiş bir olgu olarak sunulmadığı, olup biten ve aynı zamanda olmaya devam eden bir sunumla geldiği olgusudur. Bu durum sunulan mesajdaki içeriğin olguları ve yaşanılan gerçekliği dikkate aldığı sonucunu doğurur ki, bu da ilahi mesajdaki bir başka kuşatıcılığı, yani yöntem kuşatıcılığını ifade eder. Nitekim ilahi mesajın, yerel konulara da, tarihsel konulara da ve evrensel konulara da temas ettiğine veya evrensel mesajları için yerel ve tarihsel olguları ve olayları bilgisel olarak kullandığına şahit oluyoruz.

İlahi mesajdaki kuşatıcılığın  ne olduğunu anlamak  için, öncelikle  O’nun tanınması ve  O’nda yer alan konuların ve bu konularla ilgili olarak verilen bilgilerin  tespit edilmesi  gerekir     Her hangi bir sistematik bakış açısına bağlı kalmaksızın, sadece konularını tespit etmek amacıyla Kuranı incelediğimizde dahi, O’nda şu konuların veya bilgilerin yer aldığını görülür: Kuran ve Kuran ile ilgili bilgiler, Allah ve Allahın sıfatları, yaradılış ve yaradılış ile ilgili bazı bilgiler, dünya ve âhiret hayatı ve bunlara yönelik bilgiler, peygamberlik ve peygamberler ile alakalı bilgiler, iman ve iman esasları, ibadet ve çeşitler hakkında bilgi, salih amel, inanç kimlikleri ve kişilik  özellikleri, bireysel ve sosyal  ahlak kuralları veya bireysel ve toplumsal ahlaki değerler, günah ve çeşitleri, aile ve toplum bilgileri, ekonomi ve buna yönelik  bilgiler, hukuk ve hu kukla ilgili konular, olumlu ve olumsuz insan davranışlarına  yönelik  bilgiler, sosyal, sağlık ve fen bilimlerinin bazı konuları ile alakalı bilgiler (tıp, sosyoloji, psikoloji, astronomi v.s), beslenme, temizlik , sosyal ve doğal  çevreye ilişkin bazı bilgiler O’nda yer alan bilgilerdir.

Bu bilgiler; bilimsel formüller ve terimler kullanılarak anlatılmaz, Kuran dili ile sunulur.  Onda var olan bilimsel formüller değil, hayatın bilgileridir. Hayatın her alanına ilişkin bize rehberlik edecek olan bu bilgiler, Kuran bütünlüğü içinde bir ya da belli ayet grupları içinde yer alır.  İnsanın huzur ve mutluluğu için prensipler getiren ve bilgiler sunan bu ilahi mesajın; farklı zaman ve mekanlar içinde yaşayan insanların bütün ihtiyaçlarını madde madde sıralayıp muhtevası içine alması ve her maddeye ayrıntılı bir biçimde çözümler getirmesi hem nicelik hem de nitelik açısından mümkün olmadığından bu ilahi mesajın çok az kısmı hariç, önemli bir bölümü hatta çoğunluğu ayrıntılardan uzak, genel ilkeler halindedir. İlahi mesaja ait sadece bu özellik bile O’nun çağları kuşatıcı yönünü ortaya koyar.

Hiç şüphesiz bu bilgiler;  hem nicelik hem de nitelik yönleri açısından günümüzün bilimsel anlayışına uygun gelecek tarzda bir hukuk, ahlak, siyer, tarih, fıkıh, kelam, tasavvuf, edebiyat, astronomi, tıp, sosyoloji, psikoloji vs. gibi insan ürünü bilim dallarının yöntemleri ile yazılmış kitaplarda yer alan bilgiler gibi değildir. Kuranda bu bilim dallarına veya zikretmediğimiz diğer bilim dallarına ilişkin niceliği ve niteliği farklı da olsa bazı bilgilerin yer aldığı açıkça görülmektedir. Ancak bu bilgiler, bu bilim dallarının belli konularına temas eden ve bu bilim dallarında kullanıldığı takdirde malzeme olabilecek nitelikteki bilgilerdir. Yoksa bütün bilim dallarına ait bütün bilgiler ve ayrıntılar Kuranda olmadığı gibi var olan bilgiler de bu bilim dallarındaki bilgiler gibi sistematik de değildir. Bu bilgilere dayanılarak sistem kurma işlevi de insana aittir.

Kuran mesajındaki kuşatıcılığın boyutlarını, şayet sistematik bir bakış açısıyla ele alacak olursak, bu kuşatıcı mesajın Allah, insan ve kâinat ekseni etrafında dönüp dolaştığını ve bu üç kavramın birbirleri ile olan ilişkilerine yönelik bilgileri ve kuralları ihtiva ettiğini görürüz. Bir başka ifade ile bu ilahi mesajın kuşatıcı boyutunu; insan, ilahi mesajın muhatabı olarak merkezde olmak üzere, insan-Allah, insan-insan ve insan-evren ilişkilerine dair verilen bilgiler belirler. Bu üç kavramla ilgili olarak Kuranda yer alan bu bilgiler ise tanıtım, konum, konuma bağlı sorumluluk ve sorumluluk ilkeleri  olmak üzere 4 ana başlıkta  ele alınabilir.

             İnsanı ve hayatını hedefleyen bu ilahi mesajda,  Allahın, insanın ve evrenin çeşitli yönleri ile tanıtıldığı bilgiler yer alır. Allahın tanıtılmasında,  O’nun ne olduğuna veya ne olmadığına yönelik yer alan bilgiler özellikle dikkat çekici bir nitelik arz eder. Hadislerde 99 olarak zikredilen, ancak yapılan bazı çalışmalarda 95 olarak tespit edilen, fakat bakış açısına göre daha fazla olduğu anlaşılan Allah’ın sıfatları konusunda Kuranda yer alan tanıtıcı bilgilerin insan için yeterli olduğunda asla şüphe yoktur. Bununla birlikte bu tanıtıcı bilgilerin anlaşılmasında, insanlar arasında bazı problemlerin olduğu da bir gerçektir.

İnsanı tanıtan bilgiler ise, onun hem kimliğine hem de kişiliğine yönelik bilgileri içermektedir. ‘Kim?’ sorusunun cevabı, insanın kimliğini; ‘nasıl?’ sorusunun cevabı ise onun kişiliğini açıklamaktadır.  İnsanın sahip olduğu kimlik; biri fıtri (irade dışı), diğeri de iradi olmak üzere iki kısma ayrılır. Fıtri kimlik,  bireyin beşer kimliği başta olmak üzere, etnik ve cinsiyet kimliklerini ifade eder. Bu kimlik, aynı zamanda o bireyin kaderidir. Çünkü bu kimliklerin kazanılmasında o bireyin hiçbir etkisi ve katkısı yoktur. Sadece Yüce Yaratıcının takdiri vardır. Bunun adı da kaderdir. İradi kimlik ise; başta inanç kimliği olmak üzere, medeni, mesleki v.s. gibi bireyin tercihine bağlı kazanılmış kimliklerdir. İlahi mesaj, irade dışı kimlikleri ne yüceltici ne de alçaltıcı olarak görür. Buna karşılık iradeye bağlı kazanılmış kimlikleri bir değer olarak kabul eder. Nitekim Kuranda inanlar ile inanmayanların,  bilenlerle bilmeyenlerin,  iyilik yapanlarla yapmayanların  değer açısından bir olmadığı açıkça ifade edilmektedir. Allah katında en değerli birey, takvaya sahip olandır.

Kuranda kişilikle ilgili verilen mesajların yoğunluğu ve çokluğu, bu konuya verilen önemi göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Bireyin kimliğine yönelik verilen bilgilere oranla kişiliğine yönelik verilen bilgilerin daha çok ve yoğunluklu olması; ilahi mesajdaki kuşatıcılığı simgeleyen bir özelliktir.  Bu özellik, O’nun evrensel mesajına uygun bir sonuçtur. Zira kimlik bireye bazı şeyler kazandırsa da, çok şey kazandırmamaktadır. Bireye çok şey kazandıran, bireyin sahip olduğu kişilik özellikleri yani nasıl bir birey olduğudur. Çünkü bireyin sahip olduğu kişiliksiz bir kimlik, onu suç işlemekten yeterice alıkoymaz. Buna karşılık kazanılan kişilik, insanın suç işlemesine büyük ölçüde engel olabilmektedir. Bu sebepledir ki son ilahi mesajda, insan hedeflenirken, onun kişilik sahibi olmasına yönelik bilgilere, kurallara ve yönlendirmelere özel atıflarda bulunulduğu görülmektedir. İlahi mesajdaki kuşatıcılık işte bu noktada ortaya çıkar. Kişilikten yoksun bir kimlik, herkesi kuşatmaz; ama kimliğin gerektirdiği kişilik özellikleri herkesi kuşatır.

 Kimlik, başlı başına bir değerdir ama yeterli değildir. Kimlik ancak kişilikle tamam olur ve tam bir değer ifade eder. Zira kişilikli bir birey, kimliğine değer kazandırdığı halde, kimlik; kişiliksiz bir kişiyi, kişilikli yapmamaktadır. Çünkü kişilik, bireyin kimliğinin gerekli kıldığı kişilik özelliklerini eyleme dönüştürmesi ile oluşur. Bu nedenle iman, kimlik ile alakalı olduğu halde, ahlak ve bununla ilgili tutum ve davranışlar, kişilikle alakalıdır. Bir kişinin Müslüman kimliğine sahip olabilmesi için, iman etme yeterli olduğu halde, Müslüman bir kişiliğe sahip olabilmesi için yeterli olmamaktadır. Bunun içindir ki Kuran, bir taraftan bireyin kimliğini hedef alırken, diğer yandan o bireyin kişilik kazanmasına yönelik bilgiler vermekte, ilke ve kurallar getirmekte, belli kişilerin hayatları örnek olarak sunmakta, özellikle Hz. Peygamberin hayatını,  örnek alınması gereken bir hayat tarzı olarak takdim etmektedir.  O’nun hayat tarzını, önemli ve değerli kılan örnek olarak gösterilmesine sebep olan asıl özellik;  kimliklerinin gerekli kıldığı bütün kişilik özellilerini, hayatının her alanında ölçülü ve dengeli bir biçimde kullanmış; tutum ve davranışlarına bunu yansıtmış olmasındadır. Yani O’nun nasıllığıdır. Nasıl bir kul? nasıl bir insan?  nasıl bir halife? Oluşudur veya bu oluştaki niteliktir Nitekim O’nun Kuran’da Allah tarafından övülen yönü kimliği değil, kişiliğidir. Merhameti, şefkati, kaba ve katı olmayışı başta olmak üzere,büyük bir ahlaka sahip oluşu ,O’nun övülen kişilik özellikleri arasında yer alır.   Bu nedenle Hz. Peygamberin hayatı, bir Müslüman için örnek olarak gösterilmiş; ilahi mesajda yer alan kurallar, ilkeler ve bilgiler ise bir ölçüt olarak nitelendirilmiştir.

Kuranda evren ve içindekilere yönelik tanıtım bilgisinin;  Allah ve insana yönelik tanıtım bilgisine oranla çok daha az olduğu görülür. Bunun sebebi de varlık âleminin Kur’ani ifade ile “şahadet” âleminin yani kâinat kitabının, araştırılmasının ve keşfedilmesinin insan iradesine bırakılmış olmasıdır. Bununla birlikte ilahi mesajda, varlık âleminin niçin var edildiğine ilişkin bilgilere yer verildiği halde; nasıllığına ilişkin bilgilere yer verilmemiş, fakat pozitif ilimlerin de araştırma alanına giren bu konu, insanın sorumluluk alanına terk edilmiştir. Bununla bir yandan hayatın bütünlüğüne yönelik ilahi mesajın kuşatıcılığı sağlanmış, diğer yandan bireyin iradi kimliğini hür iradesi ile gerçekleştirebileceği bir alana, müdahale edici bir yol izlenmemiştir.

 Kuranda Allah, insan ve kâinatın birbirine olan konumları ve bu konumlarına bağlı tanım ve tanıtım bilgileri, hem yoğunluklu hem de ayrıntılı bir nitelik arz eder. İnsan-Allah ilişkisinde Allah,  konum itibariyle halik, rab, ilahtır. İnsan ise kuldur. Kul tanımı, bireyin Allah karşısındaki konumunun adıdır. Bu nedenle hiçbir birey,  diğer bireyin ne rabbi ne de kuludur. Yani hiçbir birey, kula kulluk veya kula rablik yapamaz. Zira Rab konumunda olan Allah; asla kul olamaz. Kul konumunda olan insan da asla Rab olamaz. Bu ilişki kula, kulluk sorumluluğunu yüklemekte ve her birey Rabbine karşı saygı ifade eden kurallı davranışlarda bulunmak zorundadır.

İnsan-insan ilişkisinde ise, her birey diğer bireye karşı insan konumundadır.  Yani İnsan tanımı, bireyin, kavramsal olarak toplum içindeki konumunu ifade eder. Alışmak, yadırgamamak, sevinmek, cana yakın olmak ve yalnızlığını gidermek anlamlarına gelen insan kavramı , sosyal bir varlığı tanımlamaktadır. Bu nedenle ilahi mesaj, insanla ilişkisi bulunan bütün sosyal ve kültürel alanların ahlaki bir alan olduğuna ilişkin içeriğe sahiptir. Beşer kavramı ise, cildin sathı, dış deri ve yerin üzerindeki yeşillik anlamlarını içerdiğinden bireyin biyolojik ve fizyolojik varlığını tanımlamak için de kullanılmıştır  Yüce Yaratıcı. Hz. Adem için “ bir beşer yaratacağım”  diyerek varlıklar içindeki konumuna yani biyolojik varlığına ilişkin olarak bu tanımı kullanmış ve bu varlığın sosyal ilişkilerine yönelik tanımını ise insan kavramı ile karşılamıştır. Bu nedenledir ki bir düşünür   “ insan, insan olarak doğmaz, insan olunur” demiştir. Bunun anlamı, birey,  beşer olarak doğar ama insan olması bir ömür sürer. Bir başka ifade ile, her insan, beşerdir ama her beşer insan değildir. İnsan olmak bir değerdir. .İnsani değerlere sahip olmak, insan olmak için gerekli şartlardandır. İlahi mesajda bunun eşsiz örneklerine rastlamak mümkündür. Nitekim insan-ı kamillik vasfına ulaşmak için nefsin belli aşamalardan geçmesi gerektiğine ilişkin Kuranda yer alan bilgiler, bu konuya dikkatimizi çeker.

İnsan-kainat ilişkisine gelince, bu ilişkide birey kainat karşısında halife ; kainat ise kendisinden yararlanmak üzere insanın hizmetine sunulmuş ve ona emanet edilmiş bir varlıktır. Bu ilişkide kısmi irade sahibi bir varlık olarak insan, halifelikle;  genel anlamda kainat, özel alan olarak yeryüzü ise insana hizmet etmekle sorumlu kılınmıştır İnsan,  evren karşında sorumlu bir varlık olarak,  kainatın sırlarını ve düzeni ile ilgili kanunlarını keşfetmek, açıklamak ve hizmetinde kullanmakla yükümlüdür. Bu genel açıklamalardan ortaya çıkan sonuca göre her bireyin veya her beşerin, kendi bireysel bütünlüğü içinde ilişkide bulunduğu varlıklara karşı üç konumu ve bu üç konuma bağlı üç tanımı bulunmaktadır. Bunlardan birincisi,   Allaha karşında kul; ikincisi, hemcinsi karşında insan; üçüncüsü ise, varlık alemi karşında halife olarak tanımlanmasıdır. Kul, bireyin Allah karşısındaki konumunun; insan, bireyin sosyal bir varlık oluşunun yani birey toplum karşısındaki konumunun; halife ise doğal çevre yani evren karşısındaki konumunun adıdır. Buna göre her bireyin konumundan kaynaklanan sorumlulukları mevcuttur. Bu sorumluluklar, Allah karşı kulluk; bireye veya topluma karşı insanilik;  doğal çevreye yani kâinata karşı ise halifeliktir.

İnsan-Allah ilişkisinin temelini yani ana unsurunu  “iletişim” konusu oluşturur. İletişimde ise iki boyut mevcuttur: 1. Allahın insanla iletişimi, 2. insanın Allah ile iletişimi. Allahın insanla olan iletişimi, yani insana yönelik mesajları vahiy yolu ile olmakta, Peygamberler de buna aracılık yapmaktadır. İnsan ise Allah ile olan iletişimini yani kulluğunu, dua ederek ve ibadet yaparak sağlamaktadır. Kuran, bu iletişimi/ kulluğu, her birey için konumunun gerektirdiği bir sorumluluk olarak  açıklamaktadır.

 Bireyin, insan-insan ilişkisine yönelik sorumluluğu; ailesi başta olmak üzere komşularına, iş arkadaşlarına ve ilişkide bulunduğu bütün sosyal çevresine karşı tutum ve davranışlarında uygulayacağı fıtri yetileri ile sonradan kazandığı ahlaki erdemlerin bütünü demek olan insanlık değerlerine sahip olması, kısaca insan olması, tutum ve davranışlarında sahip olduğu kişilik özelliklerine uygun davranmasıdır.

 Bireyin, İnsan- kainat/ doğal çevre ilişkisine yönelik sorumluluğu ise; evreni/doğal çevresini  tanıma,  keşfetme, bilgilenme, araştırma, koruma, hizmetinde kullanma, yer yüzünü imar etme, yönetme ve bunu  gelecek nesillere miras bırakmak sorumluluğu  demek olan halifeliktir. Bu sorumluluk, insanın kısmi irade sahibi oluşu sebebiyledir Kainat/doğal çevre  ise;  iradesiz bir varlıktır ve bu nedenle  kısmi de olsa  irade sahibi bir varlık olan insan karşısında hizmetli konumundadır. Görevi de yaratılış amacına uygun olarak insana hizmet etmek ve onun hayatını kolaylaştırmaktır

.Bireyin sorumluluğu ile alakalı verilen bu bilgiler, ilahi mesajın bu alandaki kuşatıcılığının bir başka kanıtıdır. Çünkü bu kuşatıcılık, ancak bireyi bir bütün olarak görüp bu bütünlüğe yönelik bir sorumluluk vermekle mümkün olabilirdi. Bu imkân,  Hz. Peygamberin getirdiği ilahi mesajda açıkça görülmektedir. Kuranın muhatabı insan, amacı da insana yol göstermek ve kılavuzluk etmek olduğuna göre, sorumluluk ilkeleri de, ancak kul, insan ve halife konumunda olan beşere yönelik olacak demektir.  Zira ne Allah ne de kâinat, konumu itibariyle Kuranda yer alan ilahi mesajlara muhataptır. Çünkü Allah,  mesaj gönderen ve ilke koyandır. Kâinat ise musahhar  bir varlık olarak Allahın koyduğu ilkelere/kadere göre insana hizmet etmekle görevli bir varlıktır. Sorumluluk ilkesi, ilahi mesaja muhatap olan insana yöneliktir. Diğer varlıkları kapsamamaktadır. İlahi mesajda yer alan sorumluluk ilkeleri ise şunlardır:

1.Helal-haram ikileminde helalin tercih edilmesi,

2.Temiz-pis ikileminde temiz olanın tercih edilmesi,

3.Doğru-yanlış ikileminde doğrunun tercih edilmesi,

4.Güzel-çirkin ikileminde güzelin tercih edilmesi,

5.Dengeli-dengesiz ikileminde dengenin tercih edilmesi.

Bu ilkeler, İlahi mesajın bir başka kuşatıcı yönünü de ortaya koyar Bu kuşatıcılık; bireyin bu ilkeleri uygulayabilmesi için, yeterli bilgi ve donanıma sahip olunması  gerektiğine, bunun içinde okuma  başta olmak üzere bilgi elde etme vasıtalarının tümünü kullanmaya  yönelik teşvikte ve bu konuya yapılan  özel vurgularda ortaya çıkmaktadır. Nitekim bilinmeyen bir şeyin ardına düşülmemesi  ve bu konuda bir bilene sorulması   ilkeleri; bir işin doğru yapılması ve doğru işin doğru bir biçimde yapılması için asgari düzeyde de olsa bir bilginin gerekliliğine işaret etmektedir. Ne var ki bir bilginin elde edilebilmesi için, ilk önce  bireyde, o konuya karşı ilgi ve sevgisinin olması gerekir. Kişide bir konuya karşı ilgi ve sevgi yoksa, o konuda  bilgi  elde etmesi  çok zor demektir. Zira bilgiyi elde etmek için, duyu organlarının  aktif hale getirilmesi gerekmektedir. Bilgi elde etmedeki bu aktiflik ise, ancak yoğunluklu olarak  okumaya, dinlemeye ve  nazara/bakıp görmeye bağlı iradi bir tutumla ortaya çıkar .Böylece kazanılan  bilgi, bilince; bilinç ise  eyleme dönüşür.ve fonksiyonel hale gelir. Eylemlerimiz ise zamanla alışkanlık haline gelir, alışkanlıklarımız da kişiliğimizi oluşturur.

 İlahi  mesaj, kendisini tedebbür   ederek okumadan sadece yüzeysel bir bakış açısıyla kuşatıcılığını anlamanın  ve kavramanın imkansızlığına dikkatimizi çeker. Zira  tedebbür; Kuran bütünlüğünü, bu bütünlüğün kapsam alanlarını ve bağlantılarını iyi kavrayarak anlam derinliklerini yakalayabilme çabasıdır. Gel gör ki her insan,bu çabayı göstererek O’ndaki bütünlüğü ve anlam derinliğini  her zaman yakalayamamaktadır.Bu sebeple ilahi mesajın kuşatıcılığı da  herkes tarafından  aynı oranda , nitelikte  ve derinlikte  anlaşılamamaktadır.

 İnsan, hayatını tercih ettiği belli konulara yönelterek ve odaklanarak yaşamaya çalışır Bu yaşanan bir gerçekliliktir. Ne var ki bir de olan gerçeklilik vardır.  O da insan hayatının bir bütün olduğu ve reel olarak parçalanamayacağıdır. Bu bakımdan, İlahi mesajın sorumluluk ilkeleri olarak belirttiğimiz; helal, temiz, doğru, güzel ve denge ilkelerinin, insan hayatının bütünlüğüne yönelik kuşatıcı ilkeler olduğunu söylemek, gerçeğin bir ifadesi olacaktır. Bu ilkeler, belli oranda dinin var oluş amacını belirlediği kadar, didar bir hayatla dindar olmayan  bir hayat arasındaki  çizgiyi de belirler.

Her birey; hayatını, akıl ve gönül başta olmak üzere fıtri yetilerine, içgüdülerine, duygularına ve bunların belli oranda ve yoğunlukta motive edilmesine bağlı olarak yaşar. Şayet bir bireyin,  hissettiği sorumluluk ve tercih ettiği sorumluluk ilkeleri mevcut değil ise, hayatını yaşarken yaptığı bütün işlerde/amelde helal mi-haram mı, temiz mi-pis mi, doğru mu-yanlış mı, güzel mi-çirkin mi, dengeli mi-dengesiz mi diye bir kaygısı olmayacak ve o birey,  hayatını rast gele, parçacı ve sıradan yaşayacaktır. Şayet bir birey, sorumluluk bilincine ve tercih ettiği sorumluluk ilkelerine sahip ise, hayatını yaşarken yaptığı bütün işlerde/amelde; helal mi-haram mı, temiz mi-pis mi, doğru mu-yanlış mı, güzel mi-çirkin mi, dengeli mi-dengesiz mi?  sorularını sorarak yaşam tarzını buna göre şekillendirecek ve hayatını yaptığı tercihlere göre yaşayacaktır.  Ona bunu sağlayacak olan da akıldır; akıl ise kullanacağı bilgiye muhtaçtır. Bilgi varsa akıl işlevsel olur. Bilgi yoksa akıl işlevsel olamaz. Bilginin ve aklın devrede olmadığı durumlarda ise, duygular devrede olur. Birey, neyi tercih edecek? Duyguların egemen olduğu bir hayatı mı? bilginin ve aklın egemen olduğu bir hayatı mı?  yoksa duygu ve düşünce birlikteliği demek olan gönlün egemen olduğu bir hayatı mı?Duygu ve aklın ölçülü ve dengeli birlikteliğini sağlayan bir hayat mı? Birey, yaşayacağı kurallı, ilkeli ve bilgiye dayalı hayat tarzını veya hayat felsefesini, ancak bunlar arasında yapacağı tercihle oluşacaktır. İşte İlahi mesaj; bireye, bunu sağlamak ve ona yapacağı tercihlerde yol göstermek için gönderilmiştir. Nitekim bu ilahi mesaj; gönderiliş amacına uygun olarak “hidayet etme” misyonunu; tarihte eşine ender rastlanır bir başarı ile gerçekleştirmiştir. İlahi mesajın bu başarısında; içeriğinin kuşatıcılığı ve bu kuşatıcılığın niteliği kadar, bu kuşatıcılığın Hz. Peygamber tarafından mükemmel uygulanışının da etkisi ve önemli katkısı olmuştur.

  İlahi mesajdaki bu kuşatıcılığının, Hz. Peygamber tarafından başarılı bir biçimde uygulanışının temel işlevselliği hakkında yapılan şu tespitler, büyük bir önem arz eder: İlahi mesajın ilk  işlevselliği; bireyin iç ve dış dünyasının arınmasını   ve  fıtri yetileri arasında  denge kurmasını  sağlamak  yönünde olmuştur. Çünkü bireylerin iç ve dış dünyalarında ki dengeleri; inanç ve düşünce dünyaları; sosyal ve doğal çevre ile olan ilişkileri bozulmuş ve kirlenmişti. Birey, bir şeyler yapıyordu, ama yaptığı işte, ya kısmilik ya da aşırılık vardı. Bütünlükten ve dengeden uzak bir hayat yaşardı. İlahi mesaj, bireyin hayatına ölçü ve denge getirdi. Hz. Peygamber de ilahi mesajı anlaması, açıklaması ve yaşaması ile bireye örnek oldu. Bu nedenledir ki tenzil döneminde Kuranın misyonu,  bireye ölçü, sünnetin misyonu ise örneklik olmuştur. Nitekim Kuran Hz. Peygamberin örnekliğini açıkça beyan eder. Kuran getirdiği ölçü ve ilkelerle, bozulan iç ve dış dengelerin yerli yerine  konulmasını  ve  kullanılmayan  yetilerin  kullanılmasını  sağlayarak aşırılıkları törpülemiş, zayıf  veya arka planda kalan yönleri güçlendirmiş; olumsuzlukları olumlu hale getirmiş, özellikle mikro kimliğin hakim olduğu bir çağda makro kimliği insanlara sunmuş, hiçbir siyasal ve toplumsal düzlemde soy-sop, cinsiyet, mal-mülk v.s.gibi ayırımcılığa dayanan bir kural getirmemiştir.  İç arınmada, öncelikle Allah  tasavvurunu  düzeltmiş, yanlış ve eksik Allah tanımını zulüm saymış, Allahın ne olduğunu ve ne olmadığını açıkça  beyan eden bilgiler vermiş, herkesin yaptıklarından kendisinin sorumlu olduğunu  söylemiş kişilere  ve kişiliğe saldırıyı haram  kılmış ve insan haklarına yönelik evrensel nitelikli ilkeler ve kurallar getirmiştir. Kısaca getirilen kurallar ile bireye, nasıl insan olunacağının yolu gösterilmiştir.

Kuran, Allah ile beraber olmanın gerekliliğine dikkat çekmiş, O’ndan uzaklaşmayı veya O’nu unutmayı ise kınamıştır. Kendisiyle sürekli beraber olacak ilkeler getirerek bireyin kulluk bilincini geliştirmeyi hedeflemiştir. Kuran, bireyi  atıl bir mükemmellikten kurtararak, aktif bir mükemmelliğe doğru  yönlendirmiş, bir başka ifade ile  onu durağan veya  parçacı  bir hayattan, bütüncül ve dengeli bir hayata yönlendirmiştir. Birey olarak her insan, fıtri yetilerini ve yeteneklerini, bütünleştirme imkânına sahip olduğu, yani böyle yaratıldığı için aslında mükemmel bir varlıktır. Ama bu yetilerini kullanmıyorsa bu atıl bir mükemmellik demektir. Bu nedenle Yüce Yaratıcı Hz. Peygamberle gönderdiği mesajında onun bir misyon, vizyon ve aksiyon sahibi bir varlık olmasını arzu etmiş ve ondan davranışlarında aklıselim, kalbiselim ve zevkiselimle hareket etmesini istemiştir Bunun içinde bireye olumlu değişimi önermiş, ancak bireyin değişebilmesinin yolunu da göstererek, o bireyden öncelikle değişmeyi istemesi gerektiğini de vurgulamıştır.

Sonuç

Hz. Peygamberin getirdiği ilahi  mesaj; insan  ve  hayat bütünlüğünün  hedeflendiği, bu bütünlülük içindeki  çeşitliliğin ve farklılıkların dikkate alındığı, bunlar ile ilgili bilgilerin sunulduğu  kuşatıcı ve kapsamlı bir muhtevaya  sahiptir Bu kuşatıcılık, madde ile manayı, dünya  ile ahireti  içine alacak  boyutta ve nitelikte bir kuşatıcılıktır. Bu kuşatıcılıkta, hayatı bir bütün olarak görme vardır. Çeşitliliğe ve farklılığa yönelik olan mesajlarda bile,  bu bütünlük daima göz önünde bulundurulur. İnsanı ve hayatı bütün yönleri ile kuşatıcı nitelikte olan bilgiler, bu bütünlüğü simgeler. Nitekim dünya ve ahiret sözcüklerinin hayat sözcüğünün sıfatı olarak kullanılması veya hayatın, dünya hayatı ve ahiret hayatı şeklinde tanımlanmış olması, bu kuşatıcılığının evrensel boyutunu da gösterir. İlahi mesajın, sunduğu bilgiler ve getirdiği ilkeler arasında, insan-Allah, insan-insan ve insan-evren ilişkilerine yönelik ilkeler ve bilgiler, bu kuşatıcılığın açık örnekleri arasıda yer alır. Bu kuşatıcılıkta; iman, ahlak, ibadet, hukuk gibi dini;  iktisat,  psikoloji, sosyoloji ve astronomi v.s. gibi bilimsel içerikli bilgileri; okumaya, araştırmaya, bilime ve sanata yönelik teşvikleri öngören ilke ve kuralları, özellikle zikretmek gerekir. Bundan dolayı bu ilahi mesaj, insanla ve insanın ilişkide bulunduğu her şeyden veya ileride bulanacağı bütün varlıklarla ilgili her şeyden söz eder. Bu söz edişin, yerine göre kısa ve öz, yerine göre ayrıntılı bazı bilgileri ihtiva ettiği görülür.

Bireyi motive eden her duygu veya bilginin insan hayatının bütünlüğü içindeki yeri ve değeri ne kadar ise;  Kuranda yer alan bilgilerin ve kuralların yeri ve değeri de o kadardır.  Bu bilgilerin bir kısmı, olaylara ve olgulara; bir kısmı da ilke ve kurallara  yöneliktir. Olgu ve olaylarla ilgili bilgiler, genellikle getirilen ilke ve kurallara yönelik bilgiler için malzeme olma özelliğini taşırlar. Bu nedenle bir kısım yorumcular tarafından, bu ilahi mesajda yer alan kural ve ilkeler, amaç değerler; olaylar ve olgularla ilgili bilgiler ise, araç değerler olarak algılanıp açıklanmıştır. İlahi mesajda yer alan bu amaç değerler, yani O’nda yer alan kuralar ve ilkeler, bir Müslüman için ölçüt,  Hz. Peygamberin uygulamaları ise bir örnektir. İlahi mesajda yer alan kurallar, ilkeler ve bilgilerden amaç değerde olanlar, genellikle din ile ilgili olan iman, ahlak, ibadet ve hukuk konularını ihtiva eder ve bu alanları kapsar.

 Kuranda araç değerler olarak algılanan ve anlamlandırılan olgulara ve olaylara ait bazı bilgilerin ise; aynı zamanda olguları ve olayları inceleyen ve açıklayan farklı bilim dallarına ait bilgilerle benzeştiği, en azından konu birlikteliği içinde olduğu görülür. Bunun nedeni Kuranın kâinatı da, Kuran pasajlarını da ayet saymasıdır. Bir anlamda Kuran sözlü, kâinat ise fiili vahiydir. Bu olgudan hareketle, bir çok din-bilim adamının; Kuran-bilim ilişkisini ve uyumunu anlamaya, açıklamaya ve temellendirilmeye çalıştığı görülmektedir. Nitekim Kuranda yer aldığı kadarıyla, ifade biçimi, bilimsel ifade biçiminden farklı da olsa bilimle konu veya bilgi benzerliği içinde olan bazı olguların ve olayların, Kuran tarafından “niçin?”inin, bilim tarafından ise “nasıllığının” açıklandığı bilinmektedir. Bir başka deyişle Kuran olgu ve olayların niçin ini, bilim ise nasıllığını açıklar. Bu da O’nun; alansal, konusal, bilgisel ve kuralsal kuşatıcılığının, belli bir zaman, mekân ve coğrafya ile sınırlı olmadığını da gösterir.

Hz. Peygamberin getirdiği ilahi mesajın kuşatıcılığını, bilmek ve öğrenmek isteyen her Müslüman, öncelikle O’nu bu amaçla okumak zorundadır. O’nu bu amaçla okumadan O’nun kuşatıcılığını ve kapsadığı kuralları ve bilgileri bilmek, mümkün değildir. Bütüncül bir Kuran kültürüne sahip olmanın tek yolu da yine O’nu okumaktan geçmektedir. Bütüncül bir Kuran kültürüne sahip olunmadan O’nunla ilgili olarak elde edilecek her bilgi, ya eksiktir ya da yarım. Eksik ve yarım bir Kuran bilgisi ise, kuşatıcılıktan yoksun bir bilgi demektir.  Geleneksel din anlayışımızda gördüğümüz, fıkhi,  kelami ve tasavvufi ekollerden her birinin veya tamamının eserlerinde yer alan Kuranla ilgili olan veya Kurandan çıkartılan bilgiler;  ne ölçüde Kuran bütünlüğünü kapsamaktadır?  Bu sorunun doğru cevabı maalesef,  bunlardan hiç birinin veya hepsinin; Kuranın sahip olduğu içeriği yeterince kapsamadıkları veya Kuran bütünlüğünü tam olarak yansıtmadıkları şeklinde olacaktır. Bu nedenle her Müslüman, ilahi mesajdaki kuşatıcılığı kavramak ve bununla hayatını anlamlı kılmak için, Kuranı mutlaka ve devamlı okumak zorundadır. Zira Kuran, ancak gönül kapısını kendisine açanlara ve kendisini okuyup anlamaya çalışanlara hidayet eder. Bu hidayet sayesindedir ki Müslüman, hayatın amacını; daha çok yeme ve içme, daha çok hava atma, daha çok eğlenme, daha çok tüketme v.s. de değil;  daha dengeli, daha ölçülü ve daha kurallı bir hayat yaşamada görür.

 

 

 

Copyright © 2016 celalkirca.com