Prof. Dr. Celal Kırca r r

 

MUSA CARULLAH'A GÖRE KUR'AN'IN DOĞRU ANLAŞILMASINDAKİ MANTIK SORUNU

ÜZERİNE BAZI DÜŞÜNCELER

 

Prof.Dr.Celal KIRCA

 

 

Giriş:

 

 

Kur'an'ın birey tarafından daha doğru ve daha sağlıklı anlaşılması ve anlaşılanın daha iyi ve daha güzel anlatılması konusu, her zaman ve her mekanda özellikle bilim ve din adamları için problem olmuş ve olmaya da devam eden bir olgudur. Hiç şüphesiz bu olgunun temelinde, Kur'an'ı anlamaya ve yorumlamaya yönelen bireyin yeteneği, bilgi düzeyi ve kalitesi, zihniyeti ve anlamada kullandığı yöntemin niteliği önemli bir yer işgal ettiği de bir vakıadır. Zira kavramlarla düşünme yerine sloganlarla düşünmek; ön bilgili olmak yerine ön yargılı  olmak; analitik düşünce yerine kategorik düşünceyi bir yöntem olarak kullanmak ve sıkca genellemelere gitmek, Kur'an'ı anlama ve yorumlamadaki sorunun temel sebebleri arasındadır. Özellikle akıl-nakil konusu ve bu konudaki geleneksel ve bireysel tavrımız ile aklın bir değer mi? yoksa bir yeti mi? olduğu konusundaki netleşmemiş düşüncemiz söz konusu ise Kur'an'ı anlama ve yorumlamadaki zorluğumuz, daha da artacak demektir. Bir de buna Musa Carullah'ın açıkca telaffuz ettiği "Mantık" problemini ilave edersek, Kur'an'ı doğru anlamadaki problemin boyutunu daha iyi idrak edebiliriz sanırım.

1. M.Carulllah'a Göre Kur'an'ı Anlamada Mantık Problemi

Musa Carullah, Kur'an'ı anlamada din adamlarının kullandığı mantık üzerinde görüş beyan eden ilk bilim adamı değildir. Ancak geleneksel İslam anlayışının dayandığı ve asırlarca kimsenin sorgulama ihtiyacı duymadığı hayati bir konuyu uzun bir aradan sonra gündeme getirerek sorgulama alanına taşımış olması açısından M.Carullah'ın  ileri sürdüğü fikirler ve bu arada Kur'an ve Mantık üzerinde söylediği sözler, bizim için önemli ve değerli bir niteliğe sahiptirler.

 Bu sebeble bu tebliğimde, O'nun "Uzun Günlerde Oruç" adlı eserin 152-205. sayfaları  arasında verdiği bilgilere  ve  ileri sürdüğü görüşlere dayanarak Kur'an'ı Anlamadaki Mantık Sorununu anlatıp anladığımı  açıklamaya çalışacağım.

Musa Carullah'a göre din adamlarının Kur'an'ı dolayısıyle dini anlama ve yorumlamada kullandığı mantık ile bizzat Kur'an'ın özünde var olan mantık arasında önemli bir nitelik farkı mevcuttur. Bu fark ise, bireylerin Kur'an'ı bütünlük içinde anlama ve yorumlamasına engel olmakta, dolayısıyle Kur'an'ın doğru ve sağlıklı anlaşılmasına engel olucu bir problem oluşturmaktadır. Bu problem ise Aristo mantığı ile Kur'an mantığının özünde var olan nitelikten kaynaklanmaktadır.

O'na göre Aristo'nun tesbit edip ortaya koyduğu mantık kuralları, tepkisel bir harekete dayanmaktadır. Zira bu mantık kuralları,  kendi çağında şöhrete ulaşmış "Sofizm" düşüncesine karşı ortaya konulmuş kurallardır. Bu sebeple bu "Mantık", "hasmın şaşırtmacılıklarından sakınmak maslahatı"na yöneliktir. Özünde zihni, "hatadan koruma" amacı mevcuttur. Bir başka ifade ile bu mantık, olumlu bir mantık değildir. Ancak  Şaşmamak ve yanlış fikirlere sapmamak gibi selbi(olumsuz) bir niteliğe sahip olduğu için de faydalı yönü mevcuttur. Bununla birlikte  bu mantık, ilkel bireyler ve toplumlar için faydalı olsa da çağdaş toplumlar ve bu toplumlar için de yer alan bireyler için çok da önemli değildir. Zira  devir, aramak, bulmak ve keşfetmek kısaca üretmek devridir. Mevcudu  koruma  devri değildir. Bu çağda koruyan  mantığa değil, keşfeden, hidayete erdiren, yol gösteren kısaca üreten  mantığa ihtiyaç bulunmaktadır.

Kur'an'ın özünde var olan mantık da budur. Bu mantık, korumaya ve isbata yönelik değil, beyan ve hidayete yöneliktir. O'na göre beyan; insanın fikrine mechul olan  yani bilinmeyeni keşfetmek; hidayet ise, insanın fikrini mechul olan bir hakikate ulaştırmaktır. Olması gereken de budur. Aristo mantığını Fıkıh Usulü'nün temeline yerleştiren İslam Hukukçuları, sadece "isbat"a değer vermişler; beyan ve hidayete ise gereken değer ve önemi vermemişlerdir. Özellikle "Kıyas"ta münazara ve hasma galip gelme gibi bir çabanın içinde olmuşlardır. Bunun etkisi ile, anlama yöntemi yerini, münazara yöntemine; tartışma ise cidal'e bırakmıştır. Böyle bir mantık ve yöntemle Kur'an'ın daha doğru ve daha sağlıklı anlaşılması ve yorumlanması  nasıl mümkün olabilir?

 M.Carullah'a göre bu mantık,  geleneksel İslâm anlayışının bir amacı haline de gelmiştir. Zira Kur'an'da öngörülen burhanlar, genellikle sadedir ve mukaddime ve önermelerden oluşmamaktadır. Bunun için de anlaşılması kolaydır. Bütün semavî kitaplar ve bu arada Kur'an da insanların kendi dilleri ve örfleriyle indirilmişlerdir. İnsanlar, maksatlarını, bazen dilleriyle, bazen halleriyle, bazen de sükûtlarıyla ifade ederler. Bu durum, bütün kutsal kitaplar gibi  Kur'an için de vakidir. Dolayısıyle Kur'an'ı anlamak için, Kur'an'ın indirildiği dilin ve kültürün öncelikle bilinmesi ve ayetlere bu mantık için de yaklaşılması gerekmektedir. Bu yaklaşım, M.Carullah'a göre maalesef, usulcüler ve özellikle İslam hukukcuları tarafından gereği gibi yerine getirilememiştir. Mesela, İslam hukukcuları, had cezasını yarıya indirme konusunda, erkek köleleri kadın kölelere ilhak etmişlerdir. Bu doğru bir yaklaşım değildir. Zira kadın köleler için hafifletici olan sosyal ve kültürel ortam, erkek köleler için söz konusu olamaz. Çünkü erkek kölenin suçu, bir yenilgi eseri değildir. Kölelik o suçun cezasını hafifletmez, bilakis artırır.

M.Carullah'a göre Kur'an'da illetleriyle beyan edilmiş hükümler çoğu kez, kader hükümleri ve tarihi olaylar; kısmen de dinî hükümler şeklinde vakî olmuştur.

Kaderle ilgili hükümlerdeki illetler, yaradılışta ve tabiatta bulunan hikmetleri, insanlara açıklamak, tarihî olaylardaki illetler; insan hayatında meydana gelen olgulara dikkati çekmek; dinî hükümlere ait sebebler ise, illetine göre hükmü diğer mekanlara taşımak amacına yöneliktirler. Durum böyle iken usulcüler, uygulamalarında tahsis mantığı ile hareket ederek Kur'an'ın bütünlüğüne yönelik açıklamalarda bulunma yerine, konu alanlarına yönelmişler ve bu konu alanlarını bir bütün gibi algılamışlardır. Yani parcaları bütün yerine koyarak değerlendirmişler ve konu alanları dışındaki hususları ilgi alanları içine dahi dahil etmemişlerdir.

Mesela: Ey akıl sahipleri ibret alınız(Haşr, 59/2) ayetini, hukukî alana tahsis ederek, düşünce üretme ve akıl yürütmeyi sadece hukukî alan için varsaymışlardır. Halbuki bu ayet, tarihî olaylar ve kaderle ilgili konuları ihtiva eden ayetler içinde yer almakta ve bu alanlarla ilgili  olarak nazil olduğu anlaşılmaktadır.

Bu yanlı ve alansal anlama yöntemi sebebiyledir ki usulcüler, Kur'an'ın zikrettiği tarihi olgulardan yeterince yararlanamamışlardır. Naslardaki delaleti keşfettikleri kadar, tarihî olgulardaki delaleti keşfetmeye çalışmamışlardır.Şayet çalışsalardı  Şariin kastını daha doğru anlayabilirlerdi. Zira tarihi olayların delaleti, nasların delaletinden daha açıktır. Nasların delaletinde hem ihtilaf hem de fark mevcuttur. Fakat tarihî olgularda  aynı durum sözkonusu değildir. O'na göre Kur'an sadece nazarî bilgileri içeren bir kitap değildir. Tam tersine o varlık aleminin bir tercümesidir. Kur'an ayetleriyle istidlal nasıl caiz ise, varlık aleminin ayetleriyle de istidlal caizdir. Dahası Kur'an'ın bizzat kendisi, varlık aleminin ayetleriyle istidlal'e bizi sevketmektedir.

2. Kur'an'ı Anlamadaki Mantık Problemi Üzerine Bazı Düşünceler

Bu açıklamalardan da anlaşılıyor ki; M.Carulllah'a göre Kur'an'ın doğru anlaşılmasında bir mantık sorunu; doğru anlatılmasında ise "Kur'an Bütünlüğü" sorunu mevcuttur. Ona göre Kur'an'ın doğru anlaşılmasındaki mantık sorunu, Kur'anî bilginin dayandığı temel mantık ilkeleriyle onu anlamaya çalışan bireyin sahip oduğu mantık ilkeleri arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanmaktadır. Kur'anî bilgilerin dayandığı temel mantık, beyan  ve hidayet merkezli iken, onu anlamaya çalışan bireyin dayandığı mantık korumacı bir yapıya sahiptir. Dolayısıyle anlaşılmak istenen bilgi objesi ile onu anlamaya çalışan birey arasındamki mantıkî dokuda bir uyuşmazlık sözkonusu olmaktadır. Kur'anî bilginin mantığı beyan ve hidayeti, kısaca araştırma,  keşfetme ve bilgi üretmeyi öngörmesine rağmen, Kur'anî bilgiyi anlamaya yönelen bireyin mantığı ise sadece korumayı öngörmektedir. Bundan Kur'anî bilginin mantığında hiçbir korumanın bulunmadığı anlamı çıkartılmamalıdır. Tam aksine Kur'anî bilginin mantığında "Koruma"nın da bir yeri mevcuttur. Ancak onda değişimin de, M.Carullah'ın ifadesiyle beyanın da, hidayetin de bir yeri bulunmaktadır. Öyleyse neden Kur'an bilgi bütünlüğü içinde ele alınıp açıklanamamaktadır? Bizce bunun sebebi, Aristo mantığının  ak-kara, siyah-beyaz, iyi-kötü, hak-batıl gibi  bir ikileme dayanması ve ara tonların da bulunabileceğini dikkate almadan anlamada ve yorumlamada kullanılmış olmasıdır. Bu mantık sebebiyledir ki dinî düşüncelerde ve yorumlarda kategorik  sınıflandırılmalara gidilmiş, bir bilgi veya yorumun doğruluğu genel doğrulara ve belli kriterlere göre değil de ideolojilere, önyargılara, şahıslara veya duygulara göre şekillendirilmiştir.Bunlara ilaveten Usulcüler, sorunları çözmek için, sebebin hususiliği ve lafzın umumîliği formülünü icad etmişler ve sebebin hususiliğini kıyas için de temel yapmışlardır. Bu uygulama, Kur'an'ın yaklaşık 12/1 ni teşkil eden ahkam ayetlerinin otoritesini sağlıyarak diğer ayetlerin, ya ilgi alanı  dışında tutulmasına ya da kısmen Kelam ve Tasavvuf'ta olduğu gibi bu bilim dallarının konu alanına terkedilmesine sebeb olmuştur.

Ayrıca nasların sınırlı, olayların sınırsız oluşu sebebiyle çözümlenmesi gereken problemlere zihinsel ve dilsel olmak üzere iki aşamalı çözüm getirilmiştir. Fûkaha daha ziyade zihisel çözüm taraftarı olurken; Mu'tezile dilsel çözümden yana tavır almış böylece Kur'an'ın yorumu, Fukaha'nın elinde zihinsel, Mu'tezile'nin elinde dilsel açıdan gelişerek iki farklı mecrada iki farklı yöntemle yapılmaya çalışılmıştır. Böylece Kur'an yorumu, bir yandan dil, diğer yandan zihin merkezli bir oluşumla karşı karşıya kalmıştır.Mantık bilimi, Fukaha'nın en büyük destekcisi ve yardımcısı olurken, filoloji ve edebiyat Mu'tezile'nin en büyük destekcisi konumuna gelmiştir. Gerçi Filoloji ve Edebiyat Fukaha tarafından da kullanılmış fakat bu kullanım, sadece ilgi alanıyla sınırlı kalmış, mu'tezilede olduğu gibi konu alanına pek girmemiştir.

Bütün bu sebeblerden dolayı, Kur'an'ın bilgi bütünlüğü, Onu anlama ve yorumlamada yeterince korunamamıştır. Kur'an'ın bilgi bütünlüğünden kastımız, alanlar arası ilişkiye dayalı anlama ve anlatma bütünlüğüdür. Bir konuyu, diğer konulardan bağımsız olarak ele alıp, parcacı bir yöntemle açıklanmamasıdır. Bir başka deyişle, bir konunun diğer konularla bir bütünlük içinde ele alınmasıdır. Bunda da zorunluluk vardır. Zira bütünü anlamayan, parcalarını da anlayamaz. Doğruya ve mükemmele ulaşma ise ayrıntılarda gizlidir. Ayrıntıları yakalayabilmenin yolu da ancak bütünü kavramakla mümkündür. Bu nedenle bütünü kavrayamayan, parcalarını da ayrıntılı olarak anlayamaz. Bundan daha kötüsü, parcayı bütün yerine koyarak bir şeyi her şey olarak tanıma yanlışlığına düşer. Bütünlük içinde ele alınmayan bilgi parcaları, yani alansal bilgiler, fikir üretiminde zenginleştirici bir unsur olarak gerekli ise de yeterli olmadığı da bir gerçektir. Bununla birlikte farklı alanlarla ilgili bilgileri, biraraya getirip üst üste bindirilmesi veya birbiri ardınca sıralanması yani bilgi montajı kendiliğinden bir düşünce yaratmaz, fikir üretmez. Hatta o bilgi montajında bile o bilgiden bağımsız bazı ön bilgilere ve ön fikirlere ihtiyaç vardır.

Aklını işlevsel hale getirerek, düşünmeyen, üretmeyen, şu veya bu ideolojik kalıpların içinde kalan, hayata ve olaylara tek yanlı ve taraflı bakan bir insan, istediği kadar bilgi depolasın, asla fikir üretemez. Bu ve benzeri kişilerin ürettiği sadece inanç haline getirdiği bilgiyi rasyonelleştirmekten ibaret kalır. Oysa Tefsir, geleneği yani söylenenleri nakletmek değildir. Vahyin dilini tanıyarak ve mantığını yakalayarak, bu mantığa göre insanların problemlerini Kur'an'dan  çözebilme faaliyetidir. Ne yazık ki günümüz Tefsirlerinin önemli bir bölümü, insanların problemlerini çözmeyen, ihtiyaçlarını gidermeyen, sadece geçmişin hayat tarzlarını dikkate alan, fakat günümüz insanının hayatını kolaylaştıran bilgilerden yoksun olan, bir sürü lüzumsüz ve ayrıntılı bilgileri içeren bir görünüm arzetmektedir.

Müfessir, soyut anlamda İslam'ı ve onun teorik ve pratik değerlerini savunmakta, fakat müslümanların içinde yaşadıkları ortamdan kaynaklanan problemlerine çözümler üretememektedir. Bu haliyle müfessir, ya şârih ya da vaiz konumunda kalmakta, ama asla müfessir olamamaktadır. Oysa bir müfessir, insanın konumunu ve durumunu iyi tesbit edip, onu tanıyıp onun problemlerini çözebilen ya da çözüm yollarını önerebilen insan olmalıdır. Bu ise dinde özgürleşmeyi getiren ve düşünce üretimini sağlayan bir süreci başlatacaktır. Dinde özgürleşmenin olmaması ise ya dinden özgürleşmenin olmasına, dolayısıyle dinden kopmalara ve uzaklaşmalara sebeb olmakta; ya da bireyi farkına varmadan geleneksel yöntemin içine iterek orada pratik hayattan kopuk teorik bir söyleme veya sahıslara bağlılığa ve onların karizmatik otoritesine körü körüne itaate mahkum etmektedir. Bu da duygularımızı, önyargılarımızı, ideolojilerimizi, bilgi zannetmemize ve öğrenme yeteneğimizi kendi ellerimizle öldürmemize sebeb olacak sonuçlar doğurmaktadır. Halbuki Kur'an şahıslara değil, kurallara ve ilkelere bağlılığı emretmekte, bunu sağlamak için de  öğrenme yeteneğimizi geliştirmeyi istemektedir.

 

Netice:

 Kur'an'ı anlamada geçmişte uygulanan yöntemi ve bu yöntemin dayandığı temel mantığı kendine özgü argümanlarla eleştiren Musa Carullah'ın bizce önemi, mevcut olumsuz  durumu uzun bir aradan sonra sorgulamaya açmış olmasıdır. Nitekim  yapılan dinî yorumlar dün  sorgulanmadan naklediliyorken, bugün kısmen de olsa sorgulanarak nakledilebiliyor, insanımızın problemlerine az da olsa çözümler üretiliyor veya çözüm yolları gösteriliyor. Hiç şüphesiz bu durumu, tek başına M.Carullah sağlamış değildir. Ancak bu durumun oluşmasında önemli katkısının bulunduğu da bir gerçektir.

Şunu da önemle belirtme gerekir ki, anlamak için bütünü parcalara ayırmak, kabul edilebilir bir yöntem olsa da değerlendirmede parçaları bütün yerine koyma, daha da vahimi parcaları bütünle özdeşleştirme kabul edilebilir bir yöntem olmamalıdır. Özellikle ak-kara, siyah-beyaz, doğru-yanlış gibi sadece iki rengin hakim olduğu veya iki renkten başka renklerin ve tonların kabul edilmediği bir mantık anlayışıyla Kur'an'a yönelmek ve onu doğru anladığını söylemek ne ölçüde sağlıklı bir matığa dayanmaktadır? Kur'an'ı daha doğru ve daha sağlıklı  tanımak, anlamak ve yorumlamak için kategorik, indirgemeci ve önyargılı anlayışa dayalı bir mantık yerine, ön bilgiye ve analitik düşünceye dayalı bir mantıkla Kur'an'a yönelmek ve onu anlamaya çalışmak, hem Kur'an'ın mantığını yakalamamıza ve onu daha doğru anlamamıza yardımcı olacak hem de kendisini Fakültemiz adına andığımız  Kazanlı bu büyük Türk aliminin ruhunu şad edecektir.

 

 

Copyright © 2016 celalkirca.com