Prof. Dr. Celal Kırca r r

 

VAKIFLARIN DİNÎ, PSİKOLOJİK VE SOSYOLOJİK  TEMELLERİ

 

 

Prof. Dr. Celal KIRCA

Giriş

 

Müesseseler, içinde doğdukları milletlerin ihtiyaçlarının ve duygularının bir sonucudur. Yani her kuruluş, mutlaka bir ihtiyaçdan doğar. Bu nedenle bir müesseseyi tahlil etmek istediğimiz zaman, ihtiyaç kavramını, mutlaka dikkate almak zorundayız. Sosyal bilimler, ihtiyaç kavramını Biyoloji ve Psikoloji’ye borçludur. Biyoloji’de ihtiyaç kavramı, organizmanın varlığını sürdürebilmesi için tatmin edilmesi gereken zaruretler olarak anlaşılır. Psikoloji’de ise, ihtiyaç kavramı, arzu ve istekler şeklinde ifade edilmektedir. Sosyoloji’de ise bu kavram, hem sosyolojik hem de psikolojik ihtiyaçları gösterir.

 

Bir müessesenin  kuruluşu ve devamı, ihtiyaçların diğer bir ifade ile arzu ve isteklerin sürekliliği ile orantılıdır. İhtiyaçlar devam ediyorsa, müesseseler de devam ediyor demektir. Bazı müesseseler, sadece psikolojik ihtiyaçlara, bazıları sosyolojik ihtiyaçlara ve bazıları da dinî ihtiyaçlara dayanır. Şunu unutmamak gerekir ki, ihtiyaçlar ve arzular, insanlık tarihi kadar eskidir. Mutlaka her toplum, içinde yaşadığı çağın psikolojik, sosyolojik ve dinî ihtiyaçlarına göre, bir takım faaliyetlerde bulunmuşlardır. Fıtrattan gelen karşılıklı dayanışma, yoksulun korunması, ahlâkî ve dinî duyguların muhafaza edilmesi gayretleri, en olgun şeklini hiç şüphesiz vakıf müesseselerinde bulmuştur. Vakıf müesseseleri ise, asıl büyük tekâmüle, sosyal hayatta yardımlaşma ve dayanışmaya çok önem veren İslâm dininin zuhurundan sonra mazhar olmuştur. Bunun da temelinde yatan en büyük gerçek, dinî, psikolojik ve sosyolojik ihtiyaçların ve arzuların birlikte bulunmasıdır.

 

Hicretin ilk asrından günümüze kadar İslâm toplumunun iktisadî, kültürel ve dinî hayatında önemli bir yer işgal eden vakıf müesseseleri, bir taraftan insan fıtratında mevcut sevme ve sevilme hissi vererek mutlu olma, unutulmama ve başkalarının sevgisini kazanma duygularının itici gücü sayesinde kurulurken, diğer taraftan da içtimaî yardımlaşma ve dayanışmayı ve Allah rızasını elde etmeyi öngören prensipleriyle İslâm dininin, insan fıtratındaki bu yüce duyguları besleyip gelişmesi sayesinde gelişmiş ve yücelmiştir.

 

1. Vakıfların Dinî ve Psikolojik Temelleri

 

İslam dini, iyi bir müslümanın en büyük arzusu ve isteği olarak Allah rızasını hedef gösterir. Yani bir müslümanın ilk ve en büyük arzusu, Allah rızasını kazanmaktır. Allah rızası, bir müslüman için en büyük ihtiyaçtır. Çünkü İslâm, bütün varlıkların Allah’a borçlu olduğuna, bu dünyada geçici olan varlığının öbür dünyada da devam edeceğine ve orada Allah’ın bütün insanların bu dünyada yaptıklarına ve kazandıklarına göre yargılayacağına inanma esasını getirmiştir. Bu nedenle her müslüman, daha bu dünyada iken Allah rızasını kazanmak zorundadır. Bu da ancak, Allah’ın emirlerini yerine getirmekle mümkündür. Çünkü bu dünya ahiretin bir tarlasıdır. Allah rızası, bu dünyada yapılan işlerle kazanılır. Nitekim Mehmet Akif, bu konuyu bir şiirinde şöyle dile getirir:

 

Nihayet neyse idrak ettiğin şey, ömr-ü fâniden,

Onun bir aynıdır mutlak nasibin ömr-ü sâniden.

Hatadır ahiretten beklemek dünyada hayrı,

Öbür dünya bu dünyadan değil, hem hiç değil ayrı.

 

İslâm dininin ana kaynağı olan Kur’ân-ı Kerim’de doğrudan doğruya vakıf, terimi kullanılmamıştır. Ancak vakfın konusunu teşkil eden sosyal hizmetler, birçok ayetlerle teşvik edilmiştir. Kur’ân’da  içtimaî yardımlaşmayı emreden ayetlerin sayısı da bir hayli fazladır. Bu yardımlaşma, başta mecburî devlet vergisi olan zekâtla sağlanmıştır. Zekâtın sarfedileceği yerler ise bizzat Kur’ân’da zikredilmiştir.

 

İslâm dini, vakıfların göreceği işleri, devlete bir görev olarak vermiş ve bireyleri de devlete yardımcı olmaya teşvik etmiştir. Meselâ sadaka kavramı, bazen zekât anlamında mecburî devlet vergisini  karşılamak üzere kullanılırken,  bazan de fertlere bırakılmış ihtiyarî harcamalar kasdedilmiştir.  Sadaka ve zekât terimleri dışında, infak,  it’âm,   ihsân,   Allah’a güzel borç verme,   yararlı iş,   malından verme,   hayır işleme    ve içtimaî yardımlaşmayı ifade eden mâun  gibi kavramlarla birey, kendi isteği ile yapacağı harcamalara yönlendirilmiştir.

 

Vakıf müesseselerin ana konularını teşkil eden iyi niyet, samimiyet ve ihlâs ile ödünç verme demek olan “karz-ı hassen”,   yoksul, düşük ve yetimlerin gözetilmesi,   köle ve esirlerin hürriyetlerine kavuşturulması,   misafirlerin doyurulup yatırılması ve diğer ihtiyaçlarının giderilmesi,   ibarât yerleri ile  topluma faydalı eserlerin  inşa ve tamiri,   öğrenmeye ve öğretmeye verilen önem,   sağlığın korunması,   yurt savunması için düşmana karşı hazırlıklı olma   gibi hususlar, Kur’ân-ı Kerim’de geniş bir biçimde ele alınıp anlatılmıştır. Vakıfların kendisine gaye olarak seçtiği konular ile Kur’ân’ın müslümanlardan gerçekleştirmesini istediği konular arasında her hangi bir farklılık sözkonusu değildir. Bu nedenle Kur’ân’ı vakıfların ilk dinî dayanağı olarak da  kabul edebiliriz.

 

Yardım etmek, yardım edilen insanların mutluluğunu görmek ve vererek Allah rızası elde etmek, bir vakıf kurucusu için vazgeçilmez bir tutkudur. Bu arzu içinde olanlar, bunu temin etmenin en iyi ve en kestirme yolu olarak vakıf müesseselerini keşfetmişlerdir. Vakıf, Allah’a yaklaşmak için bir araçtır. Asla amaç değildir. Ebû Talhâ, “sevdiğimiz şeyleri infâk etmedikçe iyiliğe asla kavuşamazsınız”  ayeti nazil olunca Hz. Peygamber’e gelmiş ve Mescid-i Nebevî’nin karşısındaki “Beyraha” adı verilen o meşhur hurma bahçesini Allah rızası için sadaka olarak vereceğini söylemişti. Hz. Peygamber de, bunu uygun bulmuştu.  Zira Hz. Peygamber, daima vermeyi teşvik etmiş ve “bir hurma da olsa, yarım hurma da olsa veriniz” buyurmuştur.

 

Kurucusunun zühd ve takvasına şahidlik eden bir cami, bir kervansaray, bir yol veya bir köprü, sahibine böyle bir eseri gerçekleştirdiği için büyük bir mutluluk hissi verir. Kendisine bu imkanı verdiği için Allah’a şükreder. Sayısız kişi, bu iyilik sever kişiye karşı minnet duygularını ve şükranlarını sunar. Bu da o kişiye ayrı bir mutluluk verir ve Ona vermenin engin huzurunu yaşatır.

 

 Fuat Köprülü’ye göre “vakıflar”, arzuya bağlı şartlar sayesinde maddî ve manevî, ferdî ve içtimaî, dünyevî ve uhrevî bir çok gayeleri hep birden temin eden müesseselerdir. Vakıf sahibi, yaptığı eserle, hem halk arasında iyi bir ad kazanıyor, siyasî ve içtimaî mevkiini sağlamlaştırıyor, hem de uhrevî mükafaata liyakat kazanıyor. Bundan başka müessesenin daimi masrafını karşılamak üzere tahsis ettiği servetin muayyen bir kısmını kendisine yahut ailesine veya  adamlarına ayırmak suretiyle, kendisine ve çocuklarına her türlü tehlikeden, meselâ müsadereden, parçalanıp satılmaktan, israf edilmekten tamamiyle korunmuş bir sermaye meydana getirmiş oluyordu.

 

 Kısaca vakıf, bazı hedeflerin gerçekleştirilmesi arzusunu tatmin etmiş, mü’minlerin bazı gayretlerinin tahakkukuna bağlı sıkıntıyı hafifletmiş ve onlara psikolojik bir emniyet kazanmıştır. Böylece bütün bu arzular, vakıfların gelişme yayılma sebebi olmuştur. Sosyal ihtiyaçlardan bir kısmı, meselâ eğitim ve öğretim hizmetleri, dinî ihtiyaçları gidermeyi hedef alan hizmetler, halk sağlığını, muhtaçlara yardım elini uzatmayı, yolların ve köprülerin yapılması gibi hizmetler, vakıf yoluyla karşılanmıştır.   Bütün bunlar, salih amele dahil olan ibadetlerden olduğu için, bunlarla sevap kazanma isteği ve Allah rızası, müslümanları vakıflar kurmaya ve yaşatmaya sevketmiştir.

 

 2. Vakıfların Sosyolojik Temelleri

 

Hiç şüphesiz günümüzde devletin üzerine düşen bazı görevler vardır. Ancak bu görevleri tek başına yapmaya gücü her zaman yetmemektedir. Bu nedenle devletin görevlerini hafifletici ve destekleyici müesseselere elbetteki ihtiyaç  duyulacaktır. Bu müesseselere de en gelişmiş ve en yaygınlaşmış şekliyle vakıflar olmuştur. Tarihi seyri içinde vakıfların müslim ve gayr-i  müslim halk içinde ne derecede yaygın olduğu göz önünde bulundurulursa, iyi işlediği ve bozulmadığı sürece toplum içinde  sosyal bir denge unsuru olduğu açıkca görülecektir. Devlet-halk münasebetleri açısından da vakıflar, halkın devlete olan desteğini hiçbir zorlama olmadın yerine getirdiği kurumlardır. Aynı şekilde zengin  kişilerin de, topluma karşı vicdanî sorumluluğunu yerine getirebileceği bir müessesedir. Böylece vakıflar, sosyal dayanışmada büyük bir fonksiyon icra etmiş olmaktadır. Vakıfların te’sis konuları göz önünde tutulacak olunursa, bu fonksiyonun ne kadar canlı olduğu görülecektir:

 

Cami, tekke gibi tamamen dinî; medrese, okul, kütüphane gibi eğitim te’sislerinin dışında, yollar, sokaklar, köprüler, su kemerlere ve yolları, imaretler, çamaşırhaneler gibi şefkat işleri, hep özel vakıfların gelirleriyle karşılanmıştır.

 

Muhtaç kişilere para yardımı  yapılmak üzere vakıflar da kurulmuştur. Yetim kızlara çeyiz, mahbus borçlarının ödenmesi, parasız mahbusların tahliyesi için gerekli harcın yatırılması; bazı köy ve mahallelerin örfi vergilerinin de ödenmesi bu vakıflarla karşılanmıştır. Yaşlı köylülere elbise, öğrencilere elbise, kuşlara yem ve su temini içinde aynî yardım vakıfları vardır. Ayrıca baharda öğrencilerin gezmeleri, fakirlerin cenazelerinin kaldırılması, silahlı kuvvetler erlerinin teçhizat temini, kulelerin inşa ve bakımlarının sağlanması için de vakıflar kurulmuştur.

 

Gerçekten cemiyetin dinî, iktisadî, içtimaî ve kültürel hayatın da önemli bir rol oynamış olan vakıfların hizmetleri küçümsenmeyecek kadar önemlidir. Tarihî veriler bizi böyle bir sonuca götürmektedir. Nitekim bugün tamamına yakın bir kısmı, devlet tarafından yapılan sosyal müesseselerin, geçmişte hayır işlemek ve sevap kazanmak maksadıyla halk tarafından yapılmıştır. Bu sebeble vakıfların çok şumüllü faaliyet alanları ve fonksiyonları mevcuttur. Bu fonksiyonları dokuz grupta toplayabiliriz:

 

1- Allah’ın hoşnutluğunu kazanma arzusu içinde olan bireye, bunu sağlıyacak ortam ve imkanı sunmak,

 

2- Bireyin dinî duygularını gerçekleştirerek kalb huzuru ve mutluluk duymasını sağlamak,

 

3- İnsanlara yaptıkları yardımlarda psikolojik emniyet kazandırmak,

 

4- İnsanların, servetini beyhude ve lüzumsuz yerlere harcamasına engel olmak,

 

5- Zaruret içinde olanlara  malî yardımda bulunmak suretiyle sosyal yardımlaşmayı ve sosyal adaleti gerçekleştirmek,

 

6- Sınırlı bütçesiyle âmme hizmetlerini tam anlamıyla göremiyen devlete, bu hizmetlerin görülmesine  katkıda  bulunmak,

 

7- Milletin dini ihtiyaçlarını ve ibadet arzularını gidermek için ibadet haneler açmak, dolayısıyle milletin tarihi ve turistik imkanlarını zenginleştirmek,

 

8- Milli servetin devamlı olarak kullanılması neticesinde bu servetin muattal kalmasına engel olmak,

 

9- Milli eğitim sahasında önemli ve etkin bir rol almak.

 

Sonuç

 

Vakıfların dinî mahiyet arzetmesi, onların devamlılığını sağlamış ve konumunu  sağlamlaştırmıştır. Siyasi çalkantılar ve idari  istikrarsızlık dönemlerinde bile, vakıflar toplum hayatımızda bir istikrar unsuru olmaya devam etmiş, sosyal çalkantıların kısa sürede atlatılmasında etkin rol oynamıştır. Şayet vakıf yapma şuuru olmasaydı, sadece ülkemizde değil, Avrupa ve Afrika gibi kıtalarda bulunan bir çok ülkede de, ülkemizin propagandasını yapan binlerce eser, bunlara şekil ve ruh veren ilim, irfan ve sanat erbabı da olmıyacaktı. Onları bu eserleri yapabilecek ruh kıvamına getirme işinde vakıfların etkin rolü olmuştur.

 

Vakıfların, Türk-İslâm kültürünün yüzyıllar boyu hakim olduğu sahalarda önemli bir yer tuttuğu bilinmektedir. Memleketin imar ve inşası ile, cemiyetin tesisi açısından vakıfların oynadığı rol, inkârı mümkün olmıyacak kadar büyüktür.

 

 

 

 

Copyright © 2016 celalkirca.com