Prof. Dr. Celal Kırca r r

 

YUNUS’UN ŞİİRLERİNDE KUR’ÂNIN YANSIMASI

 

 

 

 

      Yunus’un şiirlerinde Kur’ân’ın yansımasının ele almadan önce, Kur’ân şiir ilişkisine, kısaca temas etmek, ve daha sonrada bu ilişkinin Yunus’a olan etkisinden söz etmek, kanaatimce daha tutarlı bir yaklaşım olacaktır.

Bilindiği gibi Kur’ân, insanın Yaradıcısı ile, insa¬nın diğer insanlarla, ve insanın eşya ile olan ilişkile¬rinde ona yol gösteren son ilahî kitaptır. Bu nedenle in¬diği çağdan günümüze gelinceye kadar inananları, özellikle bilim adamları ile san’atcıları büyük ölçüde etkilemiştir. Zira Kur’ân’ın etkisi, hem ihtiva ettiği ko¬nularıyla, hem de edebî üslûbu ve yapısıyladır. Hz. Peygamber’in ifadesiyle “Allah güzeldir, güzelliği se¬ver” (Müslim, l, 147) O’nun cemal sıfatının bir tecellisi olan bu güzellik, hem insanda hem de Kur’ân’da mev¬cuttur. Çünkü güzel olan şeyleri sevme, yani estetik zevk; fıtrî bir duygudur. Bu duyguya sahip olan insan, elbette ki  Kur’ân’daki güzellikleri tanıyacak ve o güzel¬liklerin farkında olacaktır. Bu nedenledir ki bazı ilim adamları ile edebiyatçılar, O’nun edebî yönü üzerinde durup bu konudaki eşsizliğinden ve güzelliğinden söz ederken, bazı bilim adamları da ondaki konulardan ve muhtevadaki güzelliklerden bahsetmişlerdir.

Kur’ân’ın ele aldığı konulardan biri de şiir ve şâirlerdir. Kur’ân’da şiir kelimesi bir, şair kelimesi dört, çoğulu olan şuara ise yine bir yerde geçmekte ve aynı zamanda bir surenin de adı bulunmaktadır. Şiir sözlük anlamı itibariyle, bir şeyi veya bir konuyu zeka ve fetanetle anlatma demektir. Bu yönüyle ilim kavra¬mından daha özel bir anlam ifâde eder. Istılahta ise, kasd ve irâde ile söylenen vezinli ve kafiyeli sözlere şiir denir. Kur ân’ın edebî sanatlarla olan ilişkisini açıkla¬yan bilim adamlarına göre, şiirde kast ve irade temel unsur olduğundan, Kur’ân’ın vezinli âyetlerine şiir adı verilmez.  Bu nedenle Kuran bir şiir kitabı değildir. “Nitekim “Biz O’na şiir öğretmedik, şiir ona yakışmaz da” O’nun getirdiği sadece bir öğüt ve apaçık bir Kur an’dır” (Yasin, 36/69) âyeti de bu husus açıklamak¬tadır. Kur’ân’da geçen tek şiir kelimesi de bu âyettedir. Yine Kur’ân’a göre, Kur’ân bir şiir kitabı olmadığı gibi, Hz. Peygamber de bir şair değildir. (Hakka, 69/41)

Acaba neden Kur’ân’ın şiir, Hz. Peygamber’in de şair olmadığı özellikle vurgulanmaktadır. Bundan Kur’ân’ın şiir ve şairlere olumsuz bir tavır takındığı anlamı çıkartılabilir mi? Bu sorulara doğru ve sağlıklı cevap verebilmek için cahiliyye dönemi araplarmm şiir ve şair” anlayışlarını iyi tesbit etmemiz ve buna göre Kur’ân’ın tavrını değerlendirmemiz gerekmektedir. Kur’ân’ın ilk indiği Arap toplumundaki yaygın kanaate göre, şiir bir edebî san’at olmaktan çok, cinlerle ve bazı gizli güçlerle temas kurup onlardan bir takım bilgi al¬ma, mesleği idi. Cin şâirini seçer, ve onunla özel ilişkiye girerdi. Dolayısiyle her şairin kendisine ilham veren özel bir cinni vardı. Ve ona dost (halîl) adını verirdi. Meselâ A’şa’nın cinninin adı Mishel idi. Mishel kesici bıçak demektir.  Çağımızda yaşamış olan ünlü şairimiz Enis Behiç Koryürek’in Vââridat-ı Süleyman’ını nasıl yazdığını hatırlarsak, bu olayı- daha iyi kavrama imka¬nı bulabiliriz.

Kur’ân Hz. Peygamber tarafından okundukça Mekkeliler, Hz. Peygamberi bu anlamda şair, Kur’ân’ı da şiir sanmışlardı. Bu nedenle Hz. Peygamber’e mec¬nun şair demişlerdi. (Saffat, 37/36) İşte Kur’ân bu an¬layışı reddetmekte ve Hz. Peygamber’in mecnun bir şa¬ir olmadığını açıklamaktadır. Nitekim Şuara sûresinde bu konu şöyle dile getirilmektedir: “Şeytanın kime ine¬ceğini size haber vereyim mi? Onlar her günahkâr ya-lancıya inerler. O yalancılar da şeytana kulak verirler. Çokları da yalan söylerler. Şairlere gelince onlara da azgınlar uyar. Görmüyormusun onları, nasıl vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar. Ancak inananlar, iyi işler ya¬panlar, Allah’ı çok ananlar, ve kendilerine zulmedil¬dikten sonra düşmanlarına üstün gelmeye çalışanlar böyle değildir.” (Şuara, 26/221-227)

Bu âyetten de anlaşılacağı üzere, Kur’ân, her şiiri kınamaktadır. Nitekim Hz. Peygamber’in Hassan b. Sabit ve Abdullah b. Revaha hakkında söyledikleri olumlu sözle de bunu te’yid etmektedir. Bu konuda Tecrid-i Sarih mütercimi Kâmil Miras, Abdullah b. Revaha ile ilgili Buhârî’nin naklettiği hadisi açıklar¬ken şöyle demektedir:

Maddî ve manevî hiç bir kıymet, şiir kadar insan ruhuna füsûnkâr bir halde müessir olamamıştır. Şiir ihtiva ettiği öğütler ve misallere göre, ahlakı güzelleş¬tirmeye hizmet ettiği gibi,- şiir kadar insanın ruhunu, fazilet hislerini ifsad eden hiç bir fesad vasıtası da yok¬tur. Şiir iki yüzlü kılıç gibi, faziletlere dair olsa da, çir¬kinlikleri ihtiva etse de, ayni şiddetle müessirdir. İşte Resul-ü ekrem birinci nevi şiiri överken, ikincisini ise yermektedir .

Bu nedenle İslâmî Türk edebiyatının geçmişte yaptığı ve yapmak istediği şey de budur. Bu anlayışa göre şiir, bir5 amaç değil, bir araçtır. Mevlanâ’nın, Sü¬leyman Çelebi’nin ve Yunus’’un şiirlerindeki muhteva da bu amaca yöneliktir. Diğer şairler gibi Yunus’u da şiirleriyle ölümsüzleştiren bu temel anlayıştır. Yunus’u yaşadığı çağdan günümüze getiren, şiirlerindeki anla¬tım ve ifade güzelliğinin yanında şiirlerinin muhtevası¬na yansıyan konuların sevgi, doğruluk ve adalet gibi evrensel değerlerle, bir -müslümanın kimliğini oluştu¬ran dinî değerlerin birlikte ele alınması, özellikle Kur’ânî kavramların mistik bir anlayışla yorumlanma¬sıdır. Çünkü Yunus’un mürşidi Kur’ân’dır.

Kaf dağı zerrem değül ay u güneş kul bana,

Hak’dur aslum şek degül, mürşiddir Kur’ân bana,

diyen ve yine,

İy kendüzüni bilmeyen söz ma’nisini bulmayan,

“Hak varlığın isterisen üş ilmile Kur’ân’dadur.

beytiyle bu anlayışını destekleyen Yunus’a Kur’ân’ın etkisi, üzerinde tartışma yapılmayacak ka¬dar açık ve nettir. Öyleki pek çok şiirinin muhtevası Kur’ân’ın bir yansıması olduğu gibi, pek çok şiirindeki kelimeler de, Kur’ânî kavramlardır. Bu tesbitimizi, hor hangi bir sıralama kaygusuna düşmeden örneklemek istiyoruz:

“Elestü bi rabbiküm” Hak’dan nida gelicek

Mü’minler “belî” diyüp ittiler ikrarını

Ezelden bileydüm “Elest” de “belâ” didüm

O kadimî denizden sel olup girüp geldim?

beyitleri, Rabbin onları kendilerine şahit tutarak “Ben sizin Rabbiniz değil miyim’ demişti. Onlar da “evet” buna şahidiz dediler” (A’raf, 7/172) âyetinden mülhemdir.

O kadir-i “kün feyekûn” lütfedici Rahman benem

Kesmedin rızkını viren cümlelere sultan benem

beytinde “Biz bir şeyin olmasını istediğimiz za¬man söyliyeceğimiz söz”, sadece ona “ol” dememizdir, derhal oluverir” (Nahl, 16/40, Yasin, 36/82) âyetinin muhtevası yansımaktadır.

Bile rızkını Hak’dan “Nahnü Kasemnâ” pinhân

Nefsin bilmiş er gerek, göz hicabın şilesi

beyti ise,

“Rabbinin Rahmetini onlar mı bölüşüyorlar? Dünya hayatında onların geçimlerini aralarında biz taksim ettik ve onlardan kimini ötekine derecelerle üs¬tün kıldık. Biri diğerine iş görebilsin diye. Rabbinin rahmeti onların toplayıp yığdıklarından daha hayırlı-cfor”(Zuhruf, 43/32) âyetinden esintiler taşımaktadır.

El-emâne sakmgil ışk sohbetini zinhar,

Oturup değme yerde söyleme ışk haberin

beytinde “Şüphe yokki Allah emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Şüphe yok ki Allah, her şeyi duyar ve görür” (Nisa, 4/58) âyetinden iktibas vardır. Zira Yunus’un da sahip olduğu sufî anlayışa gö¬re, emaneti ehline vermek; çeşitli istidatlara hakkını vermek, insandaki sıfatları ve vehimden doğmuş olan varlığı, sıfatların gerçek sahibi olan Mutlak Varlığa teslim etmek, her hususta ve her zaman Tanrı varlığı ile var olmak demektir.

Kande sultan konarsa ol mülkü vîrân eyler,

Sen vîrân olmayınca imaret mi olasın.

Bu beyitte de “Belkıs dedi ki: Padişahlar bir şehre girdiler mi, o şehri harab ederler ve halkın yücelerini aşağılık bir hale getirirler ve bunlar da öyle yapacak¬lar” (Nemi, 27/34) mealindeki ayetten manevî iktibas mevcuttur.

Cânum erenler yolı inceden ince imiş,

Süleyman’a yol kesen sol bir karınca imiş,

Bu beyit de, “Sonradan bir karınca vadisine gel¬dikleri zaman bir karınca, ey karıncalar dedi, yuvala¬rınıza girin de Süleyman ve orduları sizi bilmeden çiğnemesinler” (Nemi, 27/18) mealindeki âyetten iktibas edilmiştir. Sufî anlayışa göre, ayetteki karıncalar, hırs ve mala düşkünlük, karıncalara hitabeden karınca ise hırs nıelekesi, Süleyman’la ordusu ise iyi huylar ve kuvvetler şeklinde te’vil edilmektedir.  Bir derçrı gelür İsî gibi ölmüşleri diri kılur, Bir dem girer kibr evine Fir’avn ile Hâmân olur.  Bu beyitte de, Ali İmrân sûresinin 49 âyeti ile “Kurunu, Firavn’ı ve Hâmân’ı helak etmiştik” (29/39) mealindeki âyete işaret vardır.

Ol feriştehler adı kirâmen kâtibîndür

Yazmaktan usanmazlar ırmazlar yaz u kışda

beyti de

“Şerefli katipler her yaptığınızı bilirler” (Tekvîr, 82/11-12) mealindeki âyetten alınmıştır.

Rahimdürür senün adın rahimliğün bize didün

Mürşidlerin muştuladı, “La taknetû” hitab nedür

beytinde ise “De ki Ey nefislerine uyup haddi aşan kullarım, Allah’ın rahmetinden ümid kesmeyin, şüphe yok ki Allah, bütün suçları örter. Çünkü O, çok bağışlayandır ve esirgeyendir.” (Zümer, 39/53) âyetinden bir kelime alınarak bu âyete çağırışım yapıl-maktadır.

Ben bir kitap okudum kalem onı yazmadı,

Mürekkeb eyleyeydüm yetmeye yedi deniz .

Bu beyit ise, “Yeryüzünde ne kadar ağaç varsa hepsi kalem, deniz de mürekkeb olsa ve bundan sonra da yedi deniz daha mürekkeb olup o denize katılsa, ge¬ne Allah’ın sözleri yazılıp tükenmez” (31/27) âyetinin muhtevasını açıklamaktadır.

Örneklerini sunduğumuz âyet muhtevalı bu şiirle¬rinin dışında, ayrıca Kur’ân’da yer alan pek çok kavra¬mın da Yunus’un şiirlerinde yer aldığını görmekteyiz. Mesela: Hak, Din, millet, kıyamet, hayır, şer, ilim, iman, ölüm, ilah, Kalû belâ, kitab, Rahman, Rahim, şeytan-ı racîm, kibir, kurban, kevser, Yasin, küfüven ahad, melek, evliya, kavramları onun kullandığı kav¬ramlardan sadece bir kaçıdır. Bu da gösteriyor ki, Yu¬nus Kur’ân’ı bir ümmînin bilebileceği seviyeden çok da¬ha fazla bilmektedir. Kur’ânî muhtevayı bilmeyen ve onu özümsemeyen bir kişinin şu şiiri söylemesi de çok zordur:

Bin yıl cefa çekmeyince Nuh gibi,

Tufanında gemiye bindürmeye

Kurban olmayınca İsmail gibi,

Kimse için gökten koç indirmeye

Çobanlık itmeyince Musî’leyin,

Kelim’üm diyüp Tur’a göndermeye

Hulkun olmayınca Muhammed gibi,

Hak didarmı sana göstermeye

Yunus kogıl sen kurı da’vayı,

Vay ana ki Allah uyandırmaya.

Kur’ân’da yer alan bazı peygamber kıssalarının ince ve derin anlamlarını sûfî bir anlayışla ele alan ve her peygamberin kendisine özgü meziyetlerini sırala¬yan Yunus, şüphe götürmeyecek ölçüde Kur’ân’dan et¬kilenmiş olmalıdır. Yukarıda verdiğimiz örneklerden de anlaşılacağı üzere, Kuranı muhteva ve kavramlar, O’nun şiirlerinin ana konusunu teşkil etmekte ve adetâ onun şiir semâsında yıldızlar gibi parıldamakta¬dır.

Yunus, bir arı gibi, Kur’ân’ın rengârenk çiçekleri üzerinde dolaşmış ve balını bu çiçeklerden alarak yap¬mıştır, O’nun düşünce dünyasının alt yapısını da, şiir¬lerinde ileri sürdüğü fikirlerin arka plânını da herbiri başka renk ve kokuda olan Kur’ân bahçesinin çiçekleri olarak tarif edebileceğimiz âyetler, oluşturmaktadır. O’nu başka türlü tanımak veya tanıtmak, bu ünlü Türk şairi ve mutasavvıfına büyük bir haksızlıktır. Çünkü O, İkbâl’dan de ve Akif den de önce Kur’ânî muhtevayı şiir diliyle sunan ve bu muhtevayı sufî anlayışla yorumlayan şâirlerin ilk örneklerinden biridir.

 

 

Copyright © 2016 celalkirca.com